woman male like reply
Düşünceler

Kardan Adam

(Mutlu hafta sonları dilerim NB ailesi. Bu 3. öyküye en ağır eleştirilerinizi bekliyorum. :) Diğer paylaştığım iki öykünün birleşiminden harmanladığımı düşünürken en doğru eleştirilerinize açığım. İnanıyorum ki sayenizde daha iyi öyküler çıkaracağım. @GölgeAdam olmak üzere hepinizin tavsiyelerine ne kadar teşekkür etsem azdır. Ayrıca verdiğiniz cesaret ve destek sayesinde başka e-pub platformlarında da yayınlayabileceğimi düşünmeye başladım ancak burası benim için bir aile oldu. :) Hafta sonunuz için hediyemi keyifle okumanız dileğiyle. :) Umarım bu kez olmuştur ya. :D )

Kırıldıkça kar tanelerine benziyordum

Kar yağınca havanın kırıldığını söylerler. Belki buz tutan bedenimi kıran da yumuşak kar taneleriydi. Kırıldıkça kar tanelerine benziyordum. Böyle bir döngüdeydim. Düşüncelerimde gezinirken çoktan yolu yarılamıştım. Önümde uzanmış beyaz örtünün üzerinde bırakılan izler, anılarımda bırakılan izlerle neredeyse aynıydı. Karman çorman, ne yola çıktığını bilmediğim türdendi. İçimin titrediğini hissettiğimde bunun hasretimden mi yoksa soğuktan mı olduğunu ayıramıyordum.

'Neden ağlıyor?'

Sokak lambalarının aydınlatmaktan vazgeçtiği yerde birkaç aracın beklediğini gördüğümde tedirgin olup, oyalanmak için bulduğum ilk banka usulca yerleştim ve beklemeye koyuldum. Gözlerimi kapatıp ciğerlerimi derince temiz hava ile doldurdum. Derinlerimde bu nefesin beni nasıl canlı tuttuğunu hissederken hıçkırıkla dolu bir ses ile irkildim. Gözlerimi sağa sola çevirip bir şeyler görebilmeyi umut ederken tüylerim dans ediyordu. Biraz ileride karanlıkta bir kardan adam ve önünde oturmuş siyah paltolu bir adam gördüm. Dikkatimi çalan sesler kesik kesik ağlayışın sinyallerini veriyordu. Yanına gidip gitmemek arasında kararsızdım. 'Neden ağlıyor?' gibi merakımı uyandıran sorulara yenik düşmemek için 'Banane canım!' dememin faydası olmadı.

Yanaklarındaki çıkıntılarda tanıdık gelen bir şeyler vardı

Aheste aheste yanına adımladım. Elinde bir demet çiçek tuttuğu görülüyordu. Ayak seslerimden tedirgin olarak döndü. Gözlerimizin temasıyla afalladım. Yüzü çok tanıdık bir izlenim bırakıyordu. Neden geldiğimi unutup kendimi kalın kaşlarını, geniş gözlerini ve yanaklarındaki çıkıntıyı süzerken buldum. Burnu geniş, dudakları etli, çenesi hafif çıkıntılıydı. Sanki çirkin gibiydi ama gözlerinde beni çeken, yanaklarındaki çıkıntılarda tanıdık gelen bir şeyler vardı.

Gözlerinin yaşlarla doluluğunun neden geldiğimi hatırlattığı kısa sürenin sonunda sorabildim:

"İyi misiniz?"

Ne kadar saçmaydı. 'Adam iyi olsa neden ağlasın!' diye kendime kızdığımda dudaklarını çoktan oynatarak kelimeleri toparlamak için savaşıyordu. Anlamadığımı görüp titrek sesiyle tekrar deneyerek:

"İyiyim iyiyim." dedi ve yumuşak bir hareketle baş salladı.

Bu cevabın üzerine geri çekilmem gerektiğini bilsem de daha çok şey öğrenmek istiyordum:

"Neden ağlıyorsunuz acaba?"

Konuşkan tavrım karşısında saygısızlık etmek istemediği, elleriyle gözlerini silmesinden ve nefes almaya çalışıp kendini toparlamaya uğraşmasından belli oluyordu. Müsaade ettiğim kısa aralığın sonunda:

"Eşim, alzhemier hastası. Bu bölgeye gelmesini beklerken düşüncelerim yüzünden kendimi tutamadım."

"Neden kardan adamın önünde?" düşüncesizce sorduğumu fark ettim.

Boş bir soruyu cevapladı:

"Kardan adamları çok sever. Tanıdık gelen ve sevdiği şeylere yönelir. Bu aylarda özellikle yaparım."

Merakım bitmiyordu en büyük soru ise eşi hala kayıptı:

"Peki aramayacak mısınız? Yani başka nerelere gidebilir?"

"Bu bölge dışında neredeyse rutini yok gibidir. Özellikle bu bölgeyi seviyor. Burada tanıştık zaten." dedi tok ve emin bir şekilde.

"Anlıyorum sizinle bekleyebilirim isterseniz?"

"Tabi bekleyebilirsiniz." dedi.

Gözlerinden süzülen son damlaları da kurularken üzerimize yığılan sessizlikte boş gözlerle bakmaya başladım. O ise ellerinin altından beni izliyordu. 'Utanıyordu belli ki adamcağız' diye düşünürken sesiyle buluştum:

"Siz bu saatte, bu sokakta ne yapıyorsunuz?"

Sorusu bana yıldızlar kadar uzaktı

Sorusu bana yıldızlar kadar uzaktı. Düşüncelerimde cevabını ararken 'Sahi ne işim vardı burada' dedim. İçim sıkılıyordu. İç huzurumu yeniden kazanmaya çalıştığımı nasıl anlatacaktım ki? Ne hakkımda bir şey biliyor ne de hakkında bir şeyler biliyordum.

"Geziyorum" dedim bir çırpıda.

"Bu bölge tekinsizdir. Dikkatli olmalısınız." dedi, sesinde uyarıdan oldukça uzak bir sıcaklık ve yumuşaklık seziyordum.

"Az ilerideki karanlıkta bulunan kalabalıktan tedirgin oldum. Dağılmasını beklerken sizi gördüm." dedim. Beklentiyle bakan bakışlarını pekiştirmek için açıklama ihtiyacı duydum. Ardından kendime ne kadar gerekli olduğunu sordum. Neticede benim sorunum onu ilgilendirmiyordu. Eşi kayıptı. Hiç olmamış bir şey için olanı görmezden geldiğimde belki de bencil davranıyordum.

"Dilerseniz gideceğiniz yere götürebilirim" dedi kibar bir ses tonuyla. Böyle bir durumda bana sunduğu teklife olan şaşkınlığımı gizleyemeden:

Kendimi geri çekmeme neden olmasına rağmen üsteledim

"Ama eşiniz?" diye yarım yamalak bir soruyla karşılık verdim.

"Şu ana kadar gelmiş olmalıydı. Bu bölgeyi taramaya başlayacağım. O sırada size de bir faydam dokunabilir." dedi. Uyuşmayan parçaların kendimi geri çekmeme neden olmasına rağmen tanıdık senaryolara ve net bir duruş sergilemesine kanarak:

"Olur tabi..." diyebildim. Öncekinden daha tedirgin mi yoksa daha rahat mı hissettiğimi bilemiyordum.

"Nereye gideceksiniz?" diye sordu ve ayağa kalkıp elindeki çiçeği kardan adamın yanına koydu. Sorusu, yine zihnimden daha önce geçmemiş düşüncelerle tanışma merasimim oldu. Nereye gidiyordum bir önemi yoktu. Sadece huzurlu hissettiğim bir şeyler yapmak istiyordum ve buna devam etmek istiyordum. Dalgınlaşan gözlerimi çiçeğin üzerindeki büyük harflerle yazılmış nota iliştirdiğim sırada:

"Eve gitmek istiyorum." diyerek alakasız davrandım.

Notta, 'Kardan Adamdan Kar Kraliçesine' yazıyordu. Bu gecenin kesinlikle bir tuhaflığı olmalıydı. Bu ölen eşimin bana hitap şekliydi. Kardan adam sayesinde tanıştığımız anılarımızı hiç unutmamak ve onurlandırmak için 'Kar Kraliçem' derdi. Her fırsatta sevgisini diri tuttuğunu hissettirmek için söylerdi. Taze kar kokusunun bedenimde tünediği yerler, bana bıraktığı özlemin adı oldu. Yumuşak kar yığıntılarında gezinmeyi onun için sevdim.

Kaybolduğum düşüncelerime adeta çapa atarcasına:

"Eviniz yakınlardaysa eşime bakındığım esnada sizi de bırakmış olurum." dedi. Konuşması bunaltmaya başlamıştı. 'Evimden ona ne? Acaba beni tanıyan ve tanışmak için fırsat kollayan bir sapık mı?' Artan endişelerime kulak vermekle yersizlik ediyor olmalıydım. 'Başka ne yapacaktım ki?' Yeniden arkamdaki banka geçip oturacaktım.

"Yeni taşındığım için adresimi bilmiyorum ama kolumda adresim yazıyor." dedim çekinik bir ses tonuyla. Oldukça sakin bir biçimde uzattığı tek eliyle bileğimi göstermemi istediğini anladım. Paltomu omzumdan yarıya kadar indirerek bileğimi çıkarıp güçlü görünen parmaklarına teslim ettim. Tüm hücrelerim kovalamaca oynarcasına titreşiyordu. Uzun, oldukça uzun zaman olmuştu. Nasıl oluyor da bu kadar rahat bir şekilde bu hareketi sergilediğimi tanıdık gelen şeylere bağlıyordum.

Sesi buzlu havayı ısıtarak:

"Biliyorum bu adresi, bakacağım yerler üzerinde bulunuyor." dediğinde çoktan elini kibar bir şekilde uzatıp beni önden davet etmişti. Elbette onu kırmadan yola koyulduk.

Sokak lambalarının bitimindeki araçlar yerini birkaç sarhoşa bırakmış, bağrışları bize kadar ulaşıyordu. Ürkek tavırlarım ona yaklaşmamı sağlıyordu. Belki de güvende hissetme duygusunu yeniden tatmak istiyordum. Kaybedeli yıllar olmuştu ve eşimin sadece anılarda kalmasıyla hep bir yarım eksikti. Yürürken solumda yalnızlık ağır basardı, varlığını düşlerdim. Hayallerim, onun ölmediği benim de yaşamadığım buluşma bahçemizdi. Şimdi ise o hayalden çıkmamızı ve yeryüzüne adım atmamızın hasretini çekiyordum. Yanımdaki insanda eşimi mi görüyordum yoksa ona yakınlık mı duyuyordum seçemiyordum. Önemli de değildi.

Yalnız Ölmek parçası mı?

Dar sokaklara girdiğimizde çekingenliğim yeniden baskın gelmiş ve mesafeli yürümeye başlamıştım. Dudaklarımın arasından süzülen şarkının sözlerinden işittiğim soruyla sıyrıldım:

"Can Güngör'ün Yalnız Ölmek parçası mı?"

Bu şarkıyı bilmesine şaşırsam da 'Şarkılar bilinmek içindir.' dedim kendimce ve ekledim:

"Evet. Eşim uyurken seslendirirdi bana. Hep sesinin güzelliğiyle uyurdum. Sizin bir anınız var mı?" diye sorduğumda ortak şarkıların insanların hayallerinde nelerle anlam kazandığını merak ediyordum.

"Eşim..." dedi üzgün bakışlarla. Onu hâlâ bulamadığını hatırlayarak devam etti:

"Onun çok sevdiği bir şarkıdır." derken zihni kelimeleri akıtmak için dudaklarıyla savaşıyordu. İki dudağının aralığından alakasız bir soru yayıldı:

"Eşinizi özlüyor musunuz?"

Başı yolun izinden ayrılmadan gözlerinin merakı üzerime siniyordu. Cevaplamak zorunda değildim. Başımı öne eğip düşünmeyi seçtim. Ancak cevabın ağırlığı omuzlarımdan sallanıyordu.'Özlüyorum.' diyebilmek su kadar berraktı. Paylaşmak için şişirdiğim göğüslerim cesaret toplarken sokağın bitimine yaklaşıyorduk. Sözcüklerin yuvasından fırlamasına ramak kala kolumda oluşan basınçla dikkatim dağıldı. İçimi kaplayan gizemli ürpertiyle sarsılmışken oldukça kuvvetli bir şekilde geriye çekildim. Ne olup bittiğini kavrayamadan gözlerimin önünden kayan bir karaltı ve güçlü bir çatırdamayla gökyüzüne zıpladım. Ani korkuyla cılız bir çığlık atarak beni çeken kollara sarılmıştım. Beni korkutanın buz parçaları olduğunu, ışığı yansıtan irili ufaklı kırıntıların yayıldığı geniş alandan anlıyordum.

Loş bir mercek altında uyandım

Başımı kaldırdığımda yola çıktığım adamın yüzünü loş bir mercek altında görebildim. Koluna sımsıkı sarılmış, ahtapot kollarımı gevşetirken utangaç bir özür ile yetinebildim. Başımı işaret parmağı ile gösterdiği yukarı yöne çevirdim. Ufacık bir çocuk, başını çıkardığı pencereden içeri kaçmıştı. Can sıkıntısından ya da meraktan buz sarkacını oynamış olmalıydı. Yanlış zamanda yanlış yerde bulunduğumu anlamıştım. Bana eşlik eden bu yabancı sayesinde doğru bir şekilde kurtulmuştum. Etkilenmiştim... İçten içe uyanan hayranlığım kanımı köpürtüyor, utangaçlığım ise rendelenmiş pembe tonları yanaklarıma serpiştiriyordu. Kirpiklerimin içgüdüsel karanlığında sokak lambalarının sarıya boyadığı yüzü beliriyordu. Eşini aradığını unutmuştum. Dans ediyorduk. Hızlanan nefesimi tutmak için efor sarf ediyordum.

Muzip bir tavırla:

"Yerinizde olmak istemezdim." dedi. Yoğunlaşan hislerimle garip bir gülüş sergileyip, gözlerimi kaçırarak: "Anlamadım." dedim. 'Ayy şapşal...Denir mi adama öyle!' diyerek kendime öfkelendim. Yüzünde bozulmadığına dair izler bulmayı umuyordum. Son derece naif bir tebessümle, tabela görevini üstlenen elini yeniden önümde uzattı. Yola düşmemiz gerekiyordu. Aradığı eşini hatırlayarak oyalamaya hakkım olmadığını düşünerek isteğini yerine getirdim.

Gökyüzünün kızıllığı, baskın gelen sis altında ağır ağır eziliyordu. Çizgiler silinirken, sessizliği bozan lambaların cızırtıları ve kar üzerinde adımlarımızın çıkardığı hışırtılar ahenk içindeydi. Şimdi nerede olduğumuzu bile bilmiyorken daha fazla kaybolmaktan endişe duymuyordum. 'Ne oluyor bana?' diye sordum. Kısa sürede teslimiyet altına girmiştim. Herhalde bana bir zarar verecek olsaydı önce ölümden kurtarmazdı. Bu güvenin temel aldığı bir rahatlama olmalıydı.

Düşüncelerimi öteleyerek konuşabilmek için sisi bahane ederek:

"Nereye gideceğimizi biliyor musun? İyice sis çöktü de..." dedim. Endişeden uzaktım. Aksine konuşmasını heyecanla diliyordum.

"Evet biliyorum. Bu bölgeyi bildiğimi söylemiştim. Sis engel olamaz." dediğinde yeniden eşi aklıma geldi. Onun sayesinde bu bölgeyi bildiğini hatırladım ve merakımla fısıldadım:

"Ya eşin? Sis içinde onu bulabilecek misin?" merakla cevabı bekliyordum. Ama botlarının kırıştırdığı kar taneleriyle baş başa bırakılmıştım. Hâlâ bekliyordum. Birkaç dönemeçten sonra nihayet sesini duyabilmiştim.

"Bu sokakta evin." dedi ve biraz duraksadıktan sonra ekledi:

"Evini hatırlıyorsundur herhalde değil mi?" sorusuna bir karşılık beklediği gözlerinden okunuyordu. Dudaklarımı oynatmadan ses çıkarıp etrafa göz gezdiriyordum.

Evi bulduğumda ise:

"Immm. İşte orada. Kapının önünde kocaman kardan adam olan ev." dedim, belimi kırıp parmaklarımı açtığım elimle evimi yakalamak için uzattım. Ardından ekledim:

"İstersen evin önünde beklerken bende telefondan polisi arayıp yardım isteyebilirim. Aramana yardımcı olacaklarına eminim." dediğimde kapının önüne yaklaşıyorduk.

Kardan adamı aydınlatması için yerleştirdiğim spot ışık sayesinde yüz hatlarını daha belirgin görme fırsatı yakalamıştım. Ortalama bir yakışıklılığa sahip oluşu vücudumda yuvalanmış karıncaları harekete geçirmişti. Bir şeyler olmasını istiyordum. Biliyordum, bencillik ediyordum ama umursamıyordum. Kendime yakıştıramadığım düşünceleri kovuşturmak için çabalıyordum. Eşini böylesine bekleyen ve arayan bir adam dönüp bana bakmazdı. Karakterinin çizgileri bu hataya düşmeyecek kadar dik duruyordu.

Hafiften öne eğildi. 'Yakınlaşacak mı?' diye düşünürken, göğsümde kabarcıklar yarışmaya başladı. Elini yerleştirdiği cebinden bir anahtar çıkardı. Cam fanusun içinde sağa sola sallanan kardan adamlı anahtarlığı kapıya uzattı ve yuvaya yerleştirdi. Dakikalarca kapıya bakakaldım. Gözlerim balondan farksızdı. 'Evimin anahtarını kopyalamış' diye tekrar ve tekrar mırıldandım. 'Ne kadar aptalım!' Beni takip eden takıntılı bir ruh hastasıyla karşı karşıyaydım.'Ya şimdi ne olacak?'. Polisi arayamaz, saklanamaz ve kaçamazdım.

Ya şimdi ne olacak?

Ani değişen ruh halimle gözlerim kızarmıştı ve dolmaya başlamıştı. Ağlamamak için göz kapaklarımı yellemeye uğraşıyordum. Paltosunun iç cebinden evlilik cüzdanını çıkardığını gördüm. İki elini de sakinleşmem için havada tutarak acele etmeden sergiliyordu. Bir örümceğin ağında çırpınan yavru bir sinek kadar çaresiz, kafası karışık ve yaşananlara uzaktım. Zihnim bu kez anlamlandırmak için sonsuz bir savaşın içindeydi. Oldukça tiz bir sesle:

"Bak buna." dedi ve bana uzattı. Elime aldığımda ince sayfaları çevirmeye başladım. Sözleri yeniden devreye girdi:

"Eşimi sisin içinde bulabilecek miyim diye sormuştun. Ben eşimi parkta buldum, sayısız defa..." dediğini elimdeki belgeyle doğruluyordu. 'Hayır' dedim içimden sahte olmalıydı. Benim bir tane eşim vardı ve öldü. 'Bir insan evlendiği kişiyi hasta bile olsa nasıl unutabilir?' Kafamı karıştırma çabasından başka bir şey değildi. Planlı olmalıydı. Çocuk gibi öne düşen başımı, çeneme yerleştirdiği parmak uçlarıyla kaldırmaya çalıştığında iki adım geriye sektim. Hüzünlü bir ses tonuyla:

"Demek hâlâ inanmıyorsun. İçeriye gir ve bak." dedi. Bildiğim ya da bildiğimi düşündüğüm her şey tuz buz oldu. Çırpıcıda karıştırılıyordu. Durumu daha kendime ifade edemezken ona hiç soramazdım. Aklımı bulandıran adama...

Haykırmak geliyordu ama sustum

Anahtarı çevirip kapıyı araladım. İçimdeki meraklı kedi içeriyi kontrol etmeye başladı. Her şey yerli yerindeydi. Eşime ait eşyalar gözüme çarptı. Emin olunca içeriye girdim. Sol tarafta, girişi karşılayan vitrinin içinde ikimize ait resimler vardı. İçimden 'Ben evde yokken hazırladın değil mi?' diye haykırmak geliyordu ama sustum. Susabilmek vardı elimde. Temkinli gözlerim ve mesafeli duruşumdan ikna olmadığımı gördü. Ellerini paltomun yaka düğmelerine götürerek:

"Unutmamak için dövme yaptırıyorsun değil mi? Sırtındaki dövmeye bak." dedi. O dövmeyi asla unutamazdım. Eşimle birlikte yaptırmıştık. Ama bunu bir yabancının bilmemesinin şaşırtıcılığı ile sütyenim kalana kadar çıkarmaya devam ettim. Arkamdaki aynada 'Kar Adamdan Kar Kraliçesine' yazıyordu. Bildiğimi doğrularken onun nasıl bildiğini merakım tazeliğini koruyordu. Sorularımı bir çırpıda dökmeye yeltenirken parmağını dudağıma götürüp:

"Şşşt. Açıklayacağım sabret. Sol kalçanın üzerinde bir dövme daha var. Devam et lütfen..." dedi, merakımı daha fazla tetikledi. Cevabımı hızlıca servis ederek:

"Orası boş." dedim ürkmüş yavru sesimle. Söyleyeceğimi tahmin etmiş bir çocuk edasıyla sevinerek söz hakkını aldı:

"Öyle mi gerçekten?" dedi.

Zihnimin bulutları dağılıyordu

Zihnimin bulutları dağılıyordu. Ruhuma yağmur bırakan bir sakinliğe hazırlanırken kumaş pantolonumu indirdim. Hepsi yalan olabilirdi ama bu asla olamazdı. Minik bir kardan adam başı vardı ve altında Altan yazıyordu. Elime aldığım cüzdanda yazan isimdi bu. Ona inancım daha fazla artıyorken, kaybolduğum ruhum tamamlanıyordu. Kendim hakkımda üzülmem gereken şeyler bile önemini yitirmişti. Şimdi karşımda tüm heybetiyle duran bu adamın ağzının içine bakıyordum. Derin bir nefes aldı.

"Sana yanlış zamanda ve yanlış yerde aşık oldum. Tanıştığımız akşam bir çok parçayı unutmuş haldeydin. Bunu zamanla aynı yerde karşılaştıkça uzun sohbetler sonunda ancak anlayabilmiştim. Zamanı sürekli başa sararak ilerliyorduk. Bu dövmeyi beni unutmaman için yaptırmıştık. Ölen eşinin yerini asla alamadım ama asla vazgeçmedim senden."

Sözleri benliğime ok ucu gibi saplanmıştı. Dolan gözlerimin duvarı yıkılmış ve baraj suları serbest kalmıştı. Ellerimi istemsizce yüzüme götürdüm. Elleriyle sımsıkı kavradı ve nazikçe aşağıya çekti. Büyüyen göz bebekleri ruhuma işlerken dudağıma yakınlaşıyordu. O an bütün varlığımla teslim olmuştum. Artan arzularımızla yöneldiğimiz yatak bizi ilk kez karşılamıyordu. Ben ise ilk kez yaşıyordum.

En güzel yanı ise...

"En güzel yanı ise her zaman ilki gibi hissetmen." dedi üstümde kalan bir kaç parçayı da üzerimden atmaya çalışırken. Haklıydı. Benim şanslı olduğum kadar onun şanssız olduğunu düşündüğüm kısa anlar, saatlere dönmüş ve sevişme çığlıklarıyla akıp geçmişti. O yorgunluktan bitap düşüp uykuya daldı. Ben ise düşünce zincirinden kopamıyordum. 'Ona bunu yaşatmaya hakkım var mı?' Uyanınca hislerimin yerinde yeller esmeye başladığında yeniden üzülecekti.

Gözlerimi ayıramıyordum üzerinden. İnce kirli sakallarını, parlayan yüzünü izlerken hissettiklerimi tekrar hissedebilmek için her şeyden vazgeçebilirdim. Ama öğrettiği gerçekliğimle bir araya gelemeyecek kadar zıt kutuplardı. Güvenip teslim olduğuma pişman olmamak muhteşem bir duyguydu. Bu gece garip duygularla sarmalayan gerçeklik ise, aynı zamanda hayatımın sahte parçalarıydı.

Bu gerçek olamazdı...

Durgunluğum tükeniyordu.Üzüntümle bir biri ardına sıralanmış tasalara yeniden paranoyak düşünceler nüfuz ediyordu. Engel olamıyordum. Bu tercih değil elzem olandı. Birçok şeyi doğrulamasına rağmen doğru olmayan şeyler vardı. Evlendiğimizi hatırlamalıydım. Sırtımdaki dövmeyi tek gecelik bir ilişki yaşadığım insan da bilebilirdi. 'Ya sonradan yaptırdığımız dövme?' diye sordum kendime. Aklıma aynı gece yaptırmış olma ihtimalimiz geldi. Çocuk gibi kapılacağım düşüncesi aklıma daha yatkın geliyordu. Belki de diğer gecelerden birinde... 'Hem ben hissetmiyorsam nasıl evlendik?' Bu soru beni benden almıştı. Kendimi bir solukta paltomu düşürdüğüm koridorda buldum. Umduğum şeyi bulmaktan korkarcasına cebinden kimliğimi çıkardım. Arka yüzünü çevirdiğimde medeni halime bakıp donakaldım. Bu gerçek olamazdı...